Hava yeni yeni kararıyordu...
Akşam yemeği yendikten hemen sonra insanlarr arasında oflayıp puflamalar, ne yapsak ne etsek zerzenişleri başlamıştı yavaş yavaş. Ne de olsa yapılacak işler tamamlanmıştı ve artık gecenin devamını getirecek atraksiyon belirlenmeliydi...
Takriben 10 dakka sonra kalabalıktan biri usulca fısıldadı:
- Sinemaya mı gitsek?
Bir anlık bir sessizliğin ardından kalabalık fikri onaylamıştı...Artık geri dönüş yoktu, gecenin ekşını sinema olacaktı besbelli...
Apar topar giyinilip çıkılmıştı dışarı. Kısa bir yürüyüşün ardından taksi durağına varıldı ve taksiye binilip alışveriş merkezinin yolu tutuldu. Herşey olanca sakinliğiyle devam ederken artık hava iyiden iyiye kararmış, gecenin pusu olanca sakinliğiyle çökmüştü.
Alışveriş merkezine varılır varılmaz hızlı adımlarla sinema gişesine yürünüp filmlere bakılmaya başlandı. "Şuna mı gitsek?", "yok be o film sikkoymuş", "Bak bunda falanca oynuyo", "amaaaaan ben sevmiyom o herifi beeaa" şeklindeki, takribi 10 dakkalık tartışmanın ardından bir anda o malum afiş bir güneş gibi doğdu: "Haftanın Filmi: Tetikçi 2, sadece 5 TL." İşte tam o anda, sanki 2 saattir, adeta dünyanın en matah sinema eleştirmeniymişcesine birbirlerine verip veriştiren kendileri değilmiş gibi, tüm gençler ağız birliği etmiş gibi haykırdılar:
- İşte buna gidelim! Hem bu 5 teleymiiiiş!
Evet...Ne yazık ki ucuzluğun cazibesi her zaman ki gibi ağır basmış, tüm değer yargıları bir anda darmadağın olmuştu. Bir allahın kulu da çıkıp "E be .mına koyim ucuz da nasıl acaba?" dememiş, diyememişti. Örselenmekten korkmuştu belki de, gruptan dışlanmaktan, hor görülmekten, hatta cemiyetsiz kalmaktan korkmuştu...
Ve artık geri dönüşü olmayan yola girilmişti...Bu film izlenecekti. Çünkü 5 TL'ydi, fukara dostuydu. Beyzaperdeye hasret bünyelerin ilacı, sinemaya ajların kankasıydı. Canlardan bir candı tetikçi...
Filmin başlamasına henüz 2 saat olduğu için, hepsi arkalarından tüfekle kovalayan varmış gibi dağıldı alışveriş merkezinin dört bir yanına. Kimisi fikirsizce mağazaları gezdi, kimisi kitapçıya girip ilgisini çeken kitapların önce arka tarafını sonra da inceden içindeki sayfaları okumaya başladı hiç utanmadan, fırsatçı gibi. Kimisi de aç karnını doyurmak için yemek katına doğru seyirtti...
En nihayetinde zamanı gelmişti. Dağılan grup adeta sözleşmiş gibi aynı anda sinemanın önünde birleşti ve hızlı adımlarla sinema salonuna doğru yürüdü topluca. Oturacak yerler bulunup iyice yerleşildi. Başlarına geleceklerden habersiz zavallı gençler filmin başlamasıyla beraber düştükleri hain tuzağı anlamışlardı ama artık çok geçti...
Evet... Onlar Dünya'nın en siktiriboktan filmine girmişlerdi. Hem de kendi istekleriyle... Filmin 10. dakkasında başrol oyuncusunun, filmdeki başka bir karakterin çok afedersiniz dötüne pompalı tüfek sokup tehditler savurmasıyla başlayan karnaval kah meme ucu kesmelerle, kah araba çarpması sonucu darmadağın olan bünyelerle, kah alevler içinde yanan ademoğullarıyla sürüp gidiyordu... Başrol oyuncusu ise adeta bir cep telefonu gibi çalışmaktaydı. Zira bu kişi filmin başında kalbi çalındığı için (evet yanlış okumadınız! Kalbini çalıp yerine böyle modem portu gibi bir şey takmışlardı) kendini elektrikle şarj edip doldurmakta, doldukça vur ha vur insan öldürüp tekrar boşalmakta, boşaldıkça koşa koşa trafolara atlamakta, ellerini kollarını arabaların çakmak girişlerine falan sokmaktaydı. Filmin geri kalan kısımları ise göt-göbek kombinasyonlarıyla değerlendirilmiş, erotizmin dibine değdirilmişti...
Talihsiz gruptaki cins-i latif bünyeler midelerini tutup kusmamaya çalışırlarken er kişilerden bazıları da mala bağlamış durumdaydılar. Filmden çıkmayı düşünen bu zavallıları bekleyen 2. acı sürpriz ise alışveriş merkezinin 22:00'da kapanmış olmasıydı. Tanrım bu nasıl bir çaresizlikti. "Ulan belki düzelir film ileri ki sahnelerde" umuduyla beklenen 2 saatin sonunda ise filmin pat diye, alakasız bir şekilde bitmesi tüm olan bitenlere tüy dikmişti adeta. Elde kalan tek şey ise tanesi 5 TL'den alınmış 8 adet biletti...
Son tahlilde hayatta kalabilmiş olanlar koşarak çıktılar alışveriş merkezinden. Bu günah gecesi bitmeliydi artık. Gecenin şahitleri gözleriyle birbirlerine bir söz verdiler: Soranlara bu geceden hiç bahsedilmeyecek, "yok olum ne alakası var, biz o gün sinemaya gitmedik ki hem, arka bahçede çay içiyoduk" denilecek, ısrar edenlere ise olay üstünkörü anlatılıp geçiştirilecekti.
Sinemadan dönüldüğünde, ilk taksiyle dönen elemanların, ikinci taksidekilere taksimetrenin kaç para yazdığını sorması dışında kimse birbiriyle konuşmuyor, herkes filmle birlikte kirlenmiş ruhlarını gizlemeye çalışıyordu. En başta "sinemaya gidelim" diyen eleman ise ihalenin kendisine kalmasından ölümüne korkuyor, bu yüzden sesini soluğunu çıkarmıyor, sinsi gibi oturuyordu sandalyede. Kimileri ise yavaş yavaş başka şeylerden bahsederek konuyu dağıtmaya çalışıyor ama bir süre sonra, muhabbet tıkanınca "eheh ehe he" diye gülmesini yavaş yavaş bitirip sessizliğe gömülüyordu. Bu böyle olmayacaktı. Böyle sürüp gidemezdi! Biri çıkıp bu ızdırabı sona erdirmeliydi...
Ve en sonunda o mucize ses duyuldu:
- Lan çok kötüydü film be!
Artık herkes huzur içinde uyuyabilirdi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder