31 Mayıs 2009 Pazar

Neler neler, zeytinyağlı köfteler! (Mayıs)

- Bi belediye afişinde "Temiz çevre, sağlıklı nesiller için çöpleri sızdırmayacak şekilde poşetlere koyup 20:00-21:00 saatleri arasında kapıya çıkartınız." deyü yazıyodu. Baştan sağlıklı nesil falan diye çok soyut ve idealist başlayan afişin gayet somut bi şekilde poşetle, saatle falan devam etmesi...ehe...

- Arabamla askeri bi arazinin yanından geçerken duvarda "Görevini yapmanın huzuruyla ayrılıyorsan güle güle" diye bi yazı gördüm, bi tuhaf oldum. Çok acaip bi aforizmaydı yav, baskı kuruyodu insanın üstünde. Bi an beni bile düşündürdü "ulan yaptım mı görevimi?" diye, askeriyenin dışında olmama rağmen. Değişik.

- Çok yakın arkadaşlarım Elçim'le Önder muratlarına erdiler sonunda. Düğün için Tekirdağ'a gittim, güldük, eğlendik. Tekirdağ köfte de yedim. Özlemişim namussuzu! Elçimmmm, Önderrrr...Seviyorum sizi!

- Geçen hafta otobüste en öne oturdum. Şoför amca yarım saat içinde 6 tane sigara içti. (dakikada 0,2 sigara eder.) Öldüm geberdim, dumanaltı oldum. Sonunda şöyle kibarca bi uyarıyım dedim, tam o anda bi baktı bana, tırstım diyemedim bişey. Öylece devam ettik.

- Yine aynı otobüste adamın biri içeriye fazla bilet sordu. Bi tane teyze verdi bileti ama boşmuş bilet. Adam söylendi bi ton. Kadıncağız da bilemedim diyemedi, sustu öyle. İnsanlar çok asabi bu aralar.

- Lan çok acaip bi rüya gördüm ben bu ay. Elimde silahla boş bi arazide ilerleyip önüme geleni vuruyodum manyak gibi! Bi de hiç sevmem ben öyle silah milah, neyin etkisinde kaldıysam artık. Heralde yaklaşan askerlik beyinde alt metin yarattı. Ufff ne fena...

- Eurovizyonu yine heyecanla izledik evde. Her sene olduğu gibi çok pis geyik döndü. "Hep komşu komşuya oy veriyo ,hiç dostumuz yokmuş" falan diye konuştuk hiç utanmadan. Ay lav örövizyon!

- Laptopumun fanı babalara geldi, hiç bi iş yaptırtmıyo şerefsiz. Uyuz oldum alete iyice!

- Ay sonunda bomba patladı. Onur'la Memo Ankara'ya geldiler. Berkhan'ın da katılımıyla hayvan gibi güldük, eğlendik. beşiktaş maçını da izledik, Onur sevindi bi ton şampiyon olunca. Ben fenerli Memo ve Berkhan cimbomlu olarak mal gibi oturduk tabi. Seneye artık inşallah...Gece 1'de Onur'u bindirdik otobüse yolladık İstanbul'a. Şampiyonluk turuna yetişsin diye parçaladık kendimizi. Güzeldi yav...

- Çalıştığım kurumun verdiği eğitim bitti. Ankara'da veda turlarına başladım. 10 gün tatil, sonra İstanbul'a dönüş...Yehuu!

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Beni tehdit edemezsin türksel!

Bana günlerdir, gençtürksel şifresiyle ilgili olarak tehditler savuran türksel yönetimini şiddet ve eshefle kınıyorum!

Neymiş efendim bilmem ne tarihine kadar geçerli kulüp şifresini kullanabilmem için kontör yüklemem lazımmış. Yüklemezsem kullanamayacakmışım bidi bidi bidi...
Hiç sordunuz mu "kontör yükle diyoz ama bu çocuğun durumu var mı acaba" diye? Bi güne bi gün "naber aslanım, nasılsın? Var mı bi ihtiyacın" dediniz mi? nerdeeeee...

Şimdi de kalkmış kontör yükle diye baskı yapıyosunuz. Ama duuurr... Az kaldı, bi kaç mesaj daha gönderirseniz yığıyorum bi kamyon adamı genel müdürlüğün önüne. Üstelik hepsini de kulüp şifresinin geçerliliği dolmak üzere olanlardan özenle seçicem. Hırsla, hınçla dalacaklar binaya.

Bana istemediğim şeyler yaptırtmayın lan! Hırr...

(Demin de Avea bize geçin diye mesaj atmış, o da ayrı bi deli!)

26 Mayıs 2009 Salı

Onlar sadece bir film istediler...


Hava yeni yeni kararıyordu...

Akşam yemeği yendikten hemen sonra insanlarr arasında oflayıp puflamalar, ne yapsak ne etsek zerzenişleri başlamıştı yavaş yavaş. Ne de olsa yapılacak işler tamamlanmıştı ve artık gecenin devamını getirecek atraksiyon belirlenmeliydi...
Takriben 10 dakka sonra kalabalıktan biri usulca fısıldadı:

- Sinemaya mı gitsek?

Bir anlık bir sessizliğin ardından kalabalık fikri onaylamıştı...Artık geri dönüş yoktu, gecenin ekşını sinema olacaktı besbelli...

Apar topar giyinilip çıkılmıştı dışarı. Kısa bir yürüyüşün ardından taksi durağına varıldı ve taksiye binilip alışveriş merkezinin yolu tutuldu. Herşey olanca sakinliğiyle devam ederken artık hava iyiden iyiye kararmış, gecenin pusu olanca sakinliğiyle çökmüştü.

Alışveriş merkezine varılır varılmaz hızlı adımlarla sinema gişesine yürünüp filmlere bakılmaya başlandı. "Şuna mı gitsek?", "yok be o film sikkoymuş", "Bak bunda falanca oynuyo", "amaaaaan ben sevmiyom o herifi beeaa" şeklindeki, takribi 10 dakkalık tartışmanın ardından bir anda o malum afiş bir güneş gibi doğdu: "Haftanın Filmi: Tetikçi 2, sadece 5 TL." İşte tam o anda, sanki 2 saattir, adeta dünyanın en matah sinema eleştirmeniymişcesine birbirlerine verip veriştiren kendileri değilmiş gibi, tüm gençler ağız birliği etmiş gibi haykırdılar:

- İşte buna gidelim! Hem bu 5 teleymiiiiş!

Evet...Ne yazık ki ucuzluğun cazibesi her zaman ki gibi ağır basmış, tüm değer yargıları bir anda darmadağın olmuştu. Bir allahın kulu da çıkıp "E be .mına koyim ucuz da nasıl acaba?" dememiş, diyememişti. Örselenmekten korkmuştu belki de, gruptan dışlanmaktan, hor görülmekten, hatta cemiyetsiz kalmaktan korkmuştu...

Ve artık geri dönüşü olmayan yola girilmişti...Bu film izlenecekti. Çünkü 5 TL'ydi, fukara dostuydu. Beyzaperdeye hasret bünyelerin ilacı, sinemaya ajların kankasıydı. Canlardan bir candı tetikçi...

Filmin başlamasına henüz 2 saat olduğu için, hepsi arkalarından tüfekle kovalayan varmış gibi dağıldı alışveriş merkezinin dört bir yanına. Kimisi fikirsizce mağazaları gezdi, kimisi kitapçıya girip ilgisini çeken kitapların önce arka tarafını sonra da inceden içindeki sayfaları okumaya başladı hiç utanmadan, fırsatçı gibi. Kimisi de aç karnını doyurmak için yemek katına doğru seyirtti...

En nihayetinde zamanı gelmişti. Dağılan grup adeta sözleşmiş gibi aynı anda sinemanın önünde birleşti ve hızlı adımlarla sinema salonuna doğru yürüdü topluca. Oturacak yerler bulunup iyice yerleşildi. Başlarına geleceklerden habersiz zavallı gençler filmin başlamasıyla beraber düştükleri hain tuzağı anlamışlardı ama artık çok geçti...

Evet... Onlar Dünya'nın en siktiriboktan filmine girmişlerdi. Hem de kendi istekleriyle... Filmin 10. dakkasında başrol oyuncusunun, filmdeki başka bir karakterin çok afedersiniz dötüne pompalı tüfek sokup tehditler savurmasıyla başlayan karnaval kah meme ucu kesmelerle, kah araba çarpması sonucu darmadağın olan bünyelerle, kah alevler içinde yanan ademoğullarıyla sürüp gidiyordu... Başrol oyuncusu ise adeta bir cep telefonu gibi çalışmaktaydı. Zira bu kişi filmin başında kalbi çalındığı için (evet yanlış okumadınız! Kalbini çalıp yerine böyle modem portu gibi bir şey takmışlardı) kendini elektrikle şarj edip doldurmakta, doldukça vur ha vur insan öldürüp tekrar boşalmakta, boşaldıkça koşa koşa trafolara atlamakta, ellerini kollarını arabaların çakmak girişlerine falan sokmaktaydı. Filmin geri kalan kısımları ise göt-göbek kombinasyonlarıyla değerlendirilmiş, erotizmin dibine değdirilmişti...

Talihsiz gruptaki cins-i latif bünyeler midelerini tutup kusmamaya çalışırlarken er kişilerden bazıları da mala bağlamış durumdaydılar. Filmden çıkmayı düşünen bu zavallıları bekleyen 2. acı sürpriz ise alışveriş merkezinin 22:00'da kapanmış olmasıydı. Tanrım bu nasıl bir çaresizlikti. "Ulan belki düzelir film ileri ki sahnelerde" umuduyla beklenen 2 saatin sonunda ise filmin pat diye, alakasız bir şekilde bitmesi tüm olan bitenlere tüy dikmişti adeta. Elde kalan tek şey ise tanesi 5 TL'den alınmış 8 adet biletti...

Son tahlilde hayatta kalabilmiş olanlar koşarak çıktılar alışveriş merkezinden. Bu günah gecesi bitmeliydi artık. Gecenin şahitleri gözleriyle birbirlerine bir söz verdiler: Soranlara bu geceden hiç bahsedilmeyecek, "yok olum ne alakası var, biz o gün sinemaya gitmedik ki hem, arka bahçede çay içiyoduk" denilecek, ısrar edenlere ise olay üstünkörü anlatılıp geçiştirilecekti.

Sinemadan dönüldüğünde, ilk taksiyle dönen elemanların, ikinci taksidekilere taksimetrenin kaç para yazdığını sorması dışında kimse birbiriyle konuşmuyor, herkes filmle birlikte kirlenmiş ruhlarını gizlemeye çalışıyordu. En başta "sinemaya gidelim" diyen eleman ise ihalenin kendisine kalmasından ölümüne korkuyor, bu yüzden sesini soluğunu çıkarmıyor, sinsi gibi oturuyordu sandalyede. Kimileri ise yavaş yavaş başka şeylerden bahsederek konuyu dağıtmaya çalışıyor ama bir süre sonra, muhabbet tıkanınca "eheh ehe he" diye gülmesini yavaş yavaş bitirip sessizliğe gömülüyordu.
Bu böyle olmayacaktı. Böyle sürüp gidemezdi! Biri çıkıp bu ızdırabı sona erdirmeliydi...

Ve en sonunda o mucize ses duyuldu:

- Lan çok kötüydü film be!

Artık herkes huzur içinde uyuyabilirdi...

22 Mayıs 2009 Cuma

Facebook bazen ne biçim ya!

Böyle bişeye kızıp yazı döşenme hadisesini seven bi insan diilim hiç. Hatta yapanlara da inceden kıl olurum ama şu Facebook'daki uygulamalar artık dimağımın sınırlarını zorluyo arkadaş. Yaratıcılıktan tiksindiriyolar insanı hiç utanmadan.

Bana bu yazıyı yazdıran, son damla niteliğindeki şey ise "Bakalım Arka Sıralarda Hangi Karaktersin?" adlı akıllara durgunluk veren, mükemmel uygulama oldu.

Çok afedersiniz de eşşeğin ski karakteriyim yani. Böyle efendi efendi otururken insanı çığrından çıkartıyolar. Bununla da bitmiyo hadise. "Bakalım" dedim ve kabul ettim daveti korku ile heyecan arasında bi duyguyla.

Karşıma çıkan sayfadaki 4 soruluk testin sadece ilk sorusunu yazıcam ve beni anlayacaksınız, valla bak aynen yazıyorum:

1) Yolda çetenle birlikte yürürken karşı çeteyi gördün ne yaparsın?

Ve muhteşem şıklar:

a) Bakışırım Baktımki Olay Çıkıcak Alırım bi Sopa s... Sülalerini
b) Bakışırım Karşı Taraf Olay Çıkarırsa Bende Dalarım
c) Bi dk Düşünmem Dalarım
d) Direk Dalarım
e) En Yakın Kebabcıya Gider Karnımı Doyurur Öyle Gelirim Aç Aç Dayak Yemek Olmaz :D
f) Geçip Giderim
g) Selam Verip Giderim Olay Çıkmaması İçin Elimden Geleni Yaparım

Şimdi analiz edelim:

1) ilk olarak arkadaş dilbilgisi konusunda zayıf. Bağlaç -ki ve dahi anlamındaki -de bitişik yazılmış. Ama bu onun en masum hatası.
2) c ve d şıkları anlam olarak aynı, ayrı ayrı şık olmaları saçma. Ama bu da mazur görülebilecek bir olay.
3) e şıkkından sonra :D ifadesini görüyoruz. Yani komiklik de (bak bu -de ayrı yazılır işte) yapayım demiş, ama komik olmamış. Olabilir.
4) Kızılması gereken asıl nokta ise bu anketi hazırlayan tenyanın iş edinip böyle gereksiz bir olaya girişmesidir. Sen buna desen ki (bak bu -ki de ayrı) "Hadi dostum bak artık aya çıktık, muhasır medeniyet seviyesindeyiz" bu tutar "bakalım ayda hangi kratersin" diye uygulama hazırlar sana. Çünkü yapısı böyle bunun, değiştiremezsin.

Test sonucunda da "Kemal Hoca" diye biri çıktım. Google'a sordum, efendi bi kişi gibi duruyo, kendisini tenzih ediyorum.

Facebook camiasında Türk kullanıcı sayısının çokluğu nedeniyle Türkçe aplikasyonlar arttı, bu yüzden de bu tip salak davetler arttı ben bunu çok iyi biliyorum.

Mesela "Çete Savaşları" diye bi uygulamanın üye sayısı, İngilizce iken 50.000'miş, Türkçe dil desteği eklenince 1.000.000 oluvermiş bi anda. Vay babayın kemiğine. Ama bu 950.000 amcama desek ki "Şu Afrika'daki açlara üç beş kuruş ateş et de, karınları doysun gariplerin" kimbilir nasıl uzaklaşırlar ortamdan.

İşte her girdiğimde böyle bi sürprizle karşılaşıyorum Facebook'ta. Bak dur yazıcam bi kaç örnek, üşenmeden bakıcam siteye.

Bak bi kaç örnek:
  • Aslında hangi takımlısınız? ("Aslında" ne ya?)
  • Psikopatlık dereceni ölç
  • Hangi pokemonsun?
  • Nasıl bir Atatürkçüsün?
  • Hangi ünlü şarkısın? vs vs...

Gördüğünüz gibi pokemonlardan Atatürk'e kadar çok geniş bir yelpaze söz konusu. Bunlardan sonra umarım demek istediğimi anlatabilmişimdir. Tamam Facebook'da güzel şeyler de oluyor. Örneğin açılan "Cause"lar sayesinde binlerce insandan bağış toplanıyor açlık problemi, Darfur için falan ama site zaten yuğtup 2 oldu. Bi de üstüne bu aplikasyonlar gelince hayattan eksiliyorum.


Yapmayın, sayın türk kullanıcılar, çok rica ediyorum, birlik beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bu günlerde biraz daha yavaş olalım. Arada bi çıkalım Facebook'tan, server rahatlasın, bi nefes alsın...

Blog Yazma Sanatı


Pek sevgili, saygıdeğer okuyucularım.


Bugün sizinle birlikte günümüzün trend hadiselerinden biri olan "Blog yazma" konusunu irdelemeye uğraşacağım. (Bu "sizinle birlikte" klişesini de yazdım sonunda.)

Şimdi efenim bu blog yazma işinde en önemli, en birinci nokta bloga başlayabilmektir esasında. Ben biliyorum böyle saatlerce kıvranıp da iki kelam yazamayan bazı kişiler var. Hep de aynı yalanı söyler bunlar. Şöyle ki:

- Bugün biraz daha düşüneyim de yarın kesin başlıyorum bloga.


Hadi ordan yalancı. Külahıma anlat sen onu. Erteledikçe ertelenir bu iş, benden söylemesi.

O yüzden napıcaz; saçma sapan da olsa aklımıza gelen ilk şeyi yazıcaz hemen bloga ki, boş duran blogdan kurtulalım, psikolojimizi sağlam ve motivasyonumuzu yüksek tutalım. Di mi?

ikinci önemli nokta ise; şayet komik blog yazmak istiyosak komiklikleri dozunda yerleştirebilmek sayfaya.

Bazı bloglar görüyorum, çok üzülüyorum. Böyle her kelimede espri çabası, her yazıda bin bir şakalar. Ne gereği var diyorum kendi kendime, ne-ge-re-ği-var! Sen normal normal yaz bakalım yazını. Zaten komik bi insansan okuyanlar yazılarına gülerler ve:

- Lan bu falanca da ne biçim bi adam, şakalarına öylesine gülüyorum ki...

derler, çevrelerine de mutlaka okuturlar o yazıları sen merak etme. Çünkü hastalık bizde bu. Yuğtupta bi video beğeniriz anında 5 milyon kişiye yayarız, izlemek istemeyeni çekiştire çekiştire götürürüz monitörün başına, kafasına vura vura izletiriz. Ya da eğlenceli bulduğumuz bi yazı okuruz, hemmen yaldır yaldır forward ederiz millete, tıka basa doldururuz tüm eşrafımızın mail kutucuklarını bunlarla, herkesin okuduğundan emin olana kadar da sorar soruştur, yemeden içmeden kesiliriz.

Lan çok dağıldı konu be öf!

Neyse işte yani beğeniliyorsa kendini parçalamana gerek yok. Komik bulmuyorlarsa da sağlık olsun be müdür! Yönelirsin başka mecralara, bu ekonomi olur sinema olur, ne bileyim işte attırırsın bişeyler ortaya, önündeki maçlara bakarsın. Elbet birini beğenirler sonunda. Ekstradan her an espri bombardımanına, şaka trafiğine girmeye hiç gerek yok bence.

Üçüncü ve son önemli nokta ise pazarlama kısmı. İşte bu noktada devreye çakallık giriyo maalesef, eğer:

- Ben hayatımda hiç çakallık yapmadım bikerem, hiç de sevmem öyle şeyleri.

diyosan tam burada hemen bırak okumayı.
Önceki 2 maddeyi uygula sen. Okuma lan!

Evet geri kalanlarla devam edelim biz. Ne dedik, pazarlama kısmı önemli.

Bugün internet camiasına bi bak, her bi yer link verebileceğin sitelerle dolup taşıyo. Onlara yazabilirsin blogunun linkini.

"Ama ben onu yaptım yaaa!" diyosan etrafında sitesi mitesi olan elemanlara aç mevzuyu. Ama ama ama! Sakın şu:

- Hey blogumu okudun mu? Eğer hala okumadıysan doğrusu büyük kayıp dostum, zira öylesine şakalar var ki, o kadar olur yani! Bi göz atmanı tavsiye ederim meh meh meh...

insanlarından olayım deme. Çünkü bu tavır senin blogunu bi anda Girilmemesi Gereken Bloglar Top 10 listesine sokar ki bunu istemezsin di mi? İstemezsin tabi.

O zaman napcaksın? Arada bi bahsedip, arada es vereceksin. Merak uyandıracaksın. Yeri gelecek:

- Yeaa aslında çok bişey yok ama beğeniyo işte millet yeaa.


diye sallıcaksın elemana doğru oltayı. Bir yemez iki yemez, ama sonunda dudaklarından şu sihirli cümleler dökülecektir:

- Tamam o zaman abi, koyuyorum siteye senin blogun adresini izninle.

Bingo
! Gözlerin parladı di mi serseri seni!

Evet başardın! Ama bu cümleye vereceğin cevapla da karizmadan asla ödün vermemelisin. Yani şöyle bişey söyle işte:

- Abi ne gereği vardı, iyi neyse koy bakalım, hem senin site için de reklam olur.

Niye böyle bi cevap verdin? Çünkü sen o ortamda, uğrunda ölünüp, divane olunan, milyonların sevgilisi bir blog yazarısın unutma!

Bundan sonra ver ayarı gitsin! Artık en kötü ihtimalle 10 kişi tarafından düzenli takip edilen bi blog yazarısın. Sen yaz onlar okusun, onlar okudukça sen yaz! Gül gibi yaşayın gidin.

Haydi şimdi durma koş!

(Hişşş hacı, bu arada yazıyı beğendiysen benim blogu da yazarsın di mi sitene? Doğrusu inanılmaz şeyler yazıyorum, bu yüzden bence herkese söylemelisin. Meh meh meh...)

Yazan: Prof. Dr. Osman Blogspot

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Tanıtım Şeysi


Eveeeeeeeeeeeeet...


Sonunda bu ortak blog hadisesine biz de girmiş bulunmaktayız efem. Herkes kendi blogunda yazsın yazsın da nereye kadar? O yüzden en güzel bişey bu blogda yazmak aklımıza gelenleri dedik ve öbür genç arkadaşlarımız acaip meşgul oldukları için bu girizgah babındaki boktan yazıyı girmek de bana kaldı.

Şimdilik 2 kişi ama ilerleyen zamanlarda umuyorum ki 2'den büyük asal ve asal olmayan kişiyle tam bu noktada içimizden gelenleri yazıcaz sevgili okur. Buraya yazmayıp da kendi bloguna yazanı da çok pis afişe edicem burdan ona göre. Hatta ben kendi bloumdaki yazıları falan hep sildim yani o derece. Varımı yoğumu vericem buraya vericem buraya!

Blogumuzun açılışını burada noktalarken, tüm internet camiasını saygıyla selamlıyorum.